Kafeye adım attığımda , içerideki ağır puslu havanın , sanki bütün oturanları esir aldığı gibi tuhaf bir hisse kapılmıştım. O yüzden de biraz tedirgin içeri girmiş , boş masaların etrafında biraz oyalanmış sonra da karşımdaki boş masada , dalgın bakışlarla, yüzüme bakıyormuş gibi hareketsiz duran kırmızılı kadının karşısına oturmuştum. O benim varlığımdan habersiz; dalgın bakışları , benliğimi , varlığımı, bedenimi delip ; benden , pencereden , karşıdaki binalardan , hatta bu şehirden çok daha uzaklardaki bir yere bakıyordu. Kahverengi gözlerindeki kum tepelerinde kim bilir hangi rüzgarlar esiyordu? Neden gözlerinden kum taneleri akıyordu merak ettim ama kalkıp da soramadım.
Kırmızılı kadın , uzun bir süre hareketsiz heykel gibi hiç kıpırdamadan karşımda oturdu. Masadaki boş bardak, bitmiş sigara paketi ve kibrit kutusu ve hatta masanın kendisi ; sanki kadın yerinden kıpırdasa, hareket etse gerçekliğini yitirecek gibi havada asılı duruyorlardı.
İçerdeki ağır , sıkıntılı havanın sahibinin bu kadın olduğunu anladığımda artık çok geçti. Kadın uzun siyah kirpiklerinin örttüğü içinden çöl geçen gözlerini birkaç kere kırptı. Kum taneleri düştü masaya. Ne düşündü acaba diye merak ettim, gidip sormamak için kendimi zor tuttum. Bakışlarındaki durgunluk beni de durdurmuş , yenilmişlik beni de mağlup etmiş, umarsızlıksa tüm yaşanmışlıklarımdan soyutlamıştı benliğimi.
Daha ne kadar bakabileceğimi bilmiyordum. Bakmamalıydım ama kendimi alamıyordum bu gözlerden. Daha ne kadar dayanabilirdim bu kahverengi uçsuz bucaksız parlayan çöle; ne kadar yürüyebilir , ilerleyebilirdim bu serapta? Ne zaman yolumu kaybederdim , yoksa çoktan kaybolmuş muydum? Yoksa bu kadın beni de mi esir almıştı bakışlarıyla , beni de mi hapsetmişti gözlerine ? Artık geri dönüş yolunu bulabilir miydim yoksa çoktan kumlara gömülmüş müydüm bilemedim.
O ise ne bana ne de etrafında olup bitenlere kayıtsız , hareketsiz duruyor çok uzaklara bakıyordu. Öylece bakıyor, sadece bakıyordu. Ne bir garson geldi , ne de beklediği birisi .Yalnızdı. Yalnızlığını sanki kırmızı elbisesinin cebinden çıkarıp masaya bırakmıştı. Sonra birden pencereden yansıyan görüntüsünde beni yakaladı. Kumral başının tepesinde topladığı saçlarını elledi. Birkaç kum tanesi daha düştü masaya. Bitkindi. Bana baktı. Kulağımı rehin alan buğulu sesiyle bir sigara istedi. Yerimden kalktım. Sigarayı uzattım. Parmaklarının arasında ezdi, sonra kıpkırmızı dudaklarına götürdü. Yaktım. Derin bir nefes çekti içine , sanki bir nefes daha çekse beni de içine çekecekti. Ürktüm. Solgun yüzü bulutlandı , sigaranın dağılan dumanında parçalara ayrıldı. Kahverengi gözleri, kırmızı dudakları , küçük burnu , ince kaşları havada uçuştu. Dağıldılar usulca. Gözlerimi yumdum. Kokusu üstüme sindi, çölde yağan yağmur gibi kokuyordu. Hiç görmediğim gülümsemesi geldi gözlerimin önüne , sonra atladı kirpiklerimden. Gözlerimi açtığımda karşımda yoktu. Etrafa baktım, masa boştu, bardak , paket, kibrit yerindeydi ama kadın kaybolmuştu. Masanın üstündeki kum tanelerine dokundum.
Mine Rengi