Tavan, evet evet tavan.
Hani şu dört duvarın üstündeki şey.
Biraz pütürlü, dağınık ve yalnız,
Düşünceyle boyanan,
Baktıkça zamanı yok sayan.
Acının haklı sonsuzluğu gibi,
Jiletliyorum düşlerimi,
Çaresizlik bir anakonda gibi sarıyor
bedenimi,
Nefesim elektrik tellerinde gerili,
Görüntü
gelip gidiyor,
Akıt bana zehrini,
Kutsuyorum
çaresizliğimi,
Geceden kalma çizik zeytinlerini.
Karanlık geliyor sıska yalnızlığıyla.
Sessizliğinden tanıyorum onu.
Söylenmemiş, söylenmeye cesaret
edilemeyen sözlerle,
Eksik yarım kalmış hikâyelerin tüm
esrikliğiyle,
Acının verdiği gürültüyle geliyor,
Bir fırtınanın sessizliğiyle.
Ellerim bağlı bekliyorum.
Kayboluyorum,
Bildiğim en kör dehlizlerde.
Kan kokusu takılıyor peşime.
Eğilip ağzından öpüyorum.
Susuyor yalnızlık, kemikleşiyor,
Beklentiyle aynı yerde kırılıyor.
Gözlerim çatlak iki kiremit,
Sağanak yağmurlarda sızdırıyor ara sıra.
Uzuyor zaman, demleniyor hayat, rengini
alıyor.
Bakışlar donuyor, gölgeler duruyor.
Gülümseme dudağındaki mühürlere takılı
kalıyor
Uçurum gözümde değil, içimde büyüyor.
Bir çizik atıyorum yüreğime, sana
değmiyor.
Dökülüyor tavan, yıldızlar düşüyor.
Gölgeler ışıkla oyun oynuyor.
Ellerim uzuyor, sonsuz uzuyor,
Ve sonra buruk teninin deltasında
kayboluyor.
Hayat yanılsamadan ibaret tavanda.
Siyah Eskisi