çamlardan
sızan reçineler gibi akıyordu yaz, başlarını toprağa
gömen
otların arasından. dünya avucuna bırakıyordu yuvarlağını.
gözlerinde
iki karınca, portakal çekirdeklerinden bir gerdanlık
yapıyordun
mevsimin boynuna.
bir
kilise çanı gibi uğuldadı yalnızlık. yıkık duvarların üstünde
kurusun
diye bekletilen gün, çukur ağzına kurulmuş bir sedirin
boşluğunu
ekledi ömrünün geri kalanına. dağlara kekik toplamaya
giden
çocuklar, omuzlarında yaralı ağaçlarla döndüler eve. çok
kırılmış
bir kalp kadar esnedi gece. atladı fundaların, ısırganların,
hatmilerin
üstünden. gelip bir üzüm tanesi bıraktı, rüzgârın
tozlarla
eğittiği sırtına.
gövdende
nem müptelası bir mahzeni ağırladın sen. bacaklarını
karnına
çekerek ağlayan akşamları, kuyuya atılan bir taşın
yankısını,
fırtınanın peşinden sürükleyip getirdiği kurumuş
dalları
ağırladın. yaseminler suya bıraktı kokusunu.
gece
vakti terleyen isimsiz kasabalara benziyordu ömrüm. seni
tanıdığımda,
devrilmiş bir ağacın geride bıraktığı sessizliktim.
bir
taş taciri, durduk yere boynunu kayalara sürten. terk edilmiş
bir
evin gölgesinde sallanan salıncak, durgun suda yüzen köknar
kabuğuydum.
eğilip kendi ellerinden öpüyordu rüyama sığınmış
şehirler.
sana
dokundukça yaşını büyüten bir kışı ağırladın kalbinde. avluya
dağılmış
porselen kırıklarını, denizini kaybetmiş yosunları, boynunu
yurdu
bellemiş yağmur göllerini ağırladın. içinden baktı uykusunu
dağlara
ödünç vermiş bir ırmak, adını bir kimsesiz atlarla değiştirdi
sabah
esintisi.
aşk;
denizi görünce aksamaya başlayan doğu ekspresi.
Kahverengi