Olabilir mi, dedim. Olur, diyen o iki sesten daha duyulabilir olan o iki sese ait kararlılıktı. Nasıl, diye sordum. İnsana dair ne varsa onu katarak yanımıza, dediler. Ama nasıl, diye ısrar ettim. Başka bir ses yetti yanıtıyla:
ÇÜNKÜ YAŞIYORSANIZ MEŞGÜLSÜNÜZDÜR!
Bu sesi tanıyor olabilir miyim, diye düşünürken uzaklardan gelen ama giderek yaklaşan bir uğultu, bir söz kalabalığıyla dikkat kesti zihnim. Bana, bize doğru yürüyen, söz’lerden kurulu bir koro varlığını sezdirmeye başlamıştı. Bir kırmızıya baktım bir maviye. Ne oluyor, diye sordum yine. Cevap henüz tanımadık başka bir sesten geldi:
BİRİKTİRDİĞİMİZ TOHUMLARA GEBE SUSMUŞ TOPRAKLAR…
Konuşan kimdi, bilmiyordum. Kim konuşuyor, diye sordum yine. İçimden bir ses cevabın mavi ya da kırmızı’dan gelmeyeceğini söylüyordu bir yandan da. Haklıydım.
BEDENİ OLMAYAN BİR EL İÇİN HAYAT SONSUZ!
Bu kez soru kendimeydi: kim bunlar? İmgeler, dedi içimden bir ses. İmgeler;
İMGELER: HEP BİLİRİZ ONLARI AMA BİZDEN DE KAÇIK. KANATSIZ KUŞLARIDIR YA ŞİİRLERİN. NASIL UÇARLAR BİLİNMEZ AMA UÇARLAR İŞTE.
Nereden geliyordu bunca söz, bunca ses. Sebepsiz mutluluğun geldiği bir yer var mıydı?
YÜRÜDÜK. BİRAZ SONRA KALDIRIMIN KENARINA OTURUP SAHTE SAATLERİ YOLA ATTIK İÇİMİZDEN.
Peki ama nasıl?
HERKESİN YANINA KALACAK SIR GİBİ
ÇOĞALACAK YARININDA TARİH GİBİ.
Bunca söz bize doğru akarken, geride ne bırakıyorlardı kendilerinden. Zihnimi meşgul eden bu sorunun da bir yanıtı olduğunu biliyordum artık. Çok beklemem gerekmedi:
ANLAMAK KOLAYDI ÇÜNKÜ “ HER ŞEYİN BİR ANLAMI VARDI” VE GİZLİ OLAN NE VARSA ORTA YERDE GÜNEŞLENİYORDU.
Yavaş yavaş anlamaya başlamıştım. Kavrayış kabullenişi, kabulleniş ise umudu taşıyordu yanıma. Umut sirayet ediyor bize eklenen her söz’ün çıktığı zihin ile görünür kılıyordu varlığımızı.
KAÇANIN SIĞINDIĞI YERDİ ASLINDA. HERKES GİBİ KAÇANIN KORKULARIYDI.
Geliyorlardı. Geliyorlardı çünkü;
ÖYLE GÜRÜLTÜLÜ VE SOĞUK
ÖYLE KAN REVANDI Kİ
ŞEHRİN YALNIZLIĞI
Geliyor ve inanıyorlardı. İnanıyorlardı, peki ama neye?
İNSANLAR İKİYE AYRILIR OĞLUM
KADERE İNANANLAR VE KEDERE İNANANLAR.
Kederine inananların hayatlarında var olan neydi sorusuyla irkildi zihnim:
BİR KEDİNİN SOLUĞUNA DAHA ÇOK YER VAR HAYATIMDA…
Yanımıza kattığımız her ses’in bir de rengi vardı ve geldikleri yerde bıraktıkları başka bir geçmiş.
SON KEZ DOKUNUP BALIKLARIN RENKLİ PIRILTILARINA, VEDA ETTİM SAĞIR RENKLİ BİR HAYATA…
O geçmiş, neredeydi peki?
ALDANIŞIMIZIN TOZLU DÜZENEĞİNDE…
Beraberlerinde getirdikleri harikaları sakladıkları çıkında ne vardı bilmiyordum. Bir bilen vardı elbet:
ÖZYAŞIM, ÖZÜMDEKİ YAŞAM. İÇİMDE ISSIZ ADALAR…
Sözleri geldi, renkleri geldi, onlar geldi biz zenginledik. Her gelenle heves büyüdü. Heves inanılmaz bir güçtü:
YENİDEN ÖLMEYE HAZIR DEĞİLİM
SANA ÇAĞRILABİLEN BİR HEVES BULDUM.
Söz’ün aşıladığı heves, ömrü beslerdi. Aksi halde;
HURDAYA ÇIKAR BİR ÖMÜR USLANMAZ.
Uzak mıydı geldikleri yollar? Bir ses sızlandı:
YÜRÜMESEM…
Başka biri atıldı:
KORİDORSA UZUN BİR ŞİMDİ’NİN GEÇMEYECEK ANILARININ TOPLAMI GİBİYDİ.
Bir diğer ses hayıflanır gibiydi,
KAÇ HAZIRLIK YAPTIM DA GİDEMEDİM.
Bunca zihin nasıl doyar, diye düşünecekken haklı bir çığlık işitildi koronun arka sıralarından.
AÇIM ETİMİ YİYORUM!
Çığlık karıştırdı kalabalığı, bir dalgalanma görür gibi oldum. Gördüğüm sese büründü yine, şaşırmadım:
BEYAZ Bİ ÖRTÜ HAVALANIP DÖNENİYOR YİNE…
Sabırsız sesler varlıklarını belli etme telaşındaydı, telaşın sesi fısıltıyı andırıyordu:
HADİ ÇIKAR BE PETUNYA!
Sabırsızlara beklemenin erdemini bilenler eklendiğinde renk cümbüşü gözümü kamaştırmaya başlayacaktı, biliyordum. Çok geçmedi:
BEDENİ TOPRAĞA ÇOK YAKIN, ÇİMİN KOKUSUNU DUYUYOR, DONA KALMIŞ BİR PİŞMANLIĞI ERİTİYOR, BAŞINA TAŞ DÜŞMESİNİ BEKLİYOR AĞAÇLARIN ARASINDA.
Bir başkası, itiraf eden ağzın yalnızlığından dem vuracak gibiydi:
BAZEN OLDU TANRIYA BİRAZ YAKLAŞTIK. YAKLAŞMANIN EN UZAK BİÇİMİYLE…
Diğer bir ses geride kalmadığını umut ettiği bir umarsızlıktan söz ediyordu çevresindekilere;
OKUDUĞU SÖZCÜKLER TENİNE DEĞMEDEN YANINDAN GEÇİP GİDİYORDU. HİÇBİRİNİN ANLAMINI BİLMİYORDU, UNUTMUŞTU. BELKİ DE HİÇ ÖĞRENMEMİŞTİ.
Kalabalığa uzun uzun baktım. Bir dolu rengi yüzeyinden yansıtan bir ırmağa benziyordu. Hiçbirinin ismini bilmediğimi düşündüm sonra. Bir adları olabilir miydi, cevap için bakınırken korodan az sonra başka bir sesin yükseleceğinden emindim:
İSİMSİZLER BANA BENZİYORLARDI
BİR PARÇA BEYAZ BİR PARÇA SİYAH
BİR PARÇA İYİLİK BİR PARÇA KÖTÜLÜK.
Yanıt beni gülümsetse de, bir başkasının çok geçmeden geleceğini bildiğimden tebessümümü erteledim.
PARMAK UÇLARINDAN AKAN İRTİFANIN ASİL DAMLATAŞLARI.
Karşımda duran renkler ve seslerden yapılmış bu nadide tablonun gerçek olamayabileceğine ilişkin korkumun kendini giderek belli etmeye başlamasıyla, kırmızıya döndüm. Bütün bunlar gerçek mi kırmızı. Söyle bana.
GERÇEĞİ SÖYLEYEMEZSİN. DİLE GETİREMEZSİN. SÖZ GERÇEĞİ SÖYLEMEYE SOYUNDU MU, DOĞRU VEYA YANLIŞ GİYSİSİNİ GEÇİRİR SIRTINA. BU KOKUYA, BU KORKUYA HİÇBİRİ YARAŞMAZ ŞİMDİ. SUS!
Bildik kırmızı sözleri geleceğini tahmin etmediğime hayıflanarak maviye döndüm umutla. Burada, bu renk okyanusunda, hep beraber ne yapıyoruz mavi, diye sordum. Sözünün yumuşaklığından emindim. Yanılmamışım:
YOK YOK AĞLAMA YAĞMUR GÖZLÜ, HATIRLADIM. HALA SÖZCÜKLER VAR. SONBAHAR OLMASA DA BU KENTTE, SONBAHARIN RENKLERİ VAR, RENKLER VAR. KIZILDAN MAVİYE… SONBAHAR OLMASA NE ÇIKAR? YENİ TANIMLAR BULURUZ KENDİ İMGELEMLERİMİZDE.
GEL HADİ GİDİYORUZ, HEM DE BURADA KALARAK, SÖZCÜKLERİMİZİ BULMAYA.
Olabilir mi, dedim. Olur, diyen o iki sesten daha duyulabilir olan o iki sese ait kararlılıktı. Nasıl, diye sordum. İnsana dair ne varsa onu katarak yanımıza, dediler. O gün bu gündür yoldayız. Önce üç’tük, şimdi çok’uz. Çokrenk’iz.
ÜçRenk
Lal