Dondurulumuş
anlar gibi bazı hallerimiz, gecenin sessizliğinde.
Ayın
ışık saçan pervasızlığı, güneşin oklarını atıyor içimize.
Gözetleme
kulesi gibi dikilmiş tepemize yıldızlar,
Dışarda
kulak yalayan bir rüzgar.
Ellerimiz,
ellerimiz geçmişin ayak izleri.
Bir
yatak boyu volta atıyoruz,
Avlular
gibi serilmiş bedenlerimiz.
Ağlama
nöbetine tutulmuş bulutlar,
Çığlıkları
şehri aydınlatıyor.
Döktüğü
gökyaşları sekiyor kaldırımlarda.
Gece bir
buğu gölüne dönüşüyor.
Göl
büyüdükçe sertleşiyor karanlık.
Akbabalar
hep karanlığa gelir zaten…
Bana
uzak ülkeleri anlat.
Bilmediğim,
görmediğim, gidemeyeceğim kadar uzak ülkeleri.
Kaybetmeliyim
kendimi ve bulmamalıyım bir daha.
Yalnızlığı
giyinmeli ve ölümü beklemeliyim dudaklarının arasında.
Ölüm varlığı
kabullenmektir.
Bedenimi
bir ağzın içine sığdırmışlar.
O
açıldıkça görebiliyorum dünyayı.
Sivri
kazıkları, örümcek ağlarını, bataklıkları geçemiyorum,
Çıkamıyorum
oradan.
Korkuyorum,
kalbim büyüyor.
Ağlıyorum,
kalbim büyüyor.
Ölüyorum,
kalbim büyüyor.
Ağız
paramparça.
Siyah Eskisi