Sevgi Aydın’a…
Bin ölünün gözünü taşıyorum; sırtım etten küfe! Mezarlıklar yaşayanlar için, bense kentlerde dolaşıyorum. Gözler iki çentik gibi; doğum ve ölüm... Ve biliyorum ki görmek göz Tanrısının sahip olduğu tek zulüm!
Çürümüş binalar ve eriyen ağaçlar arasından geçiyorum. Pencerelerde yoğun apse akışı var. Merdivenlerse dolgu gibi duruyor. Oraya ait olmayan bir aitlik gibiler… O basamaklarda yürüyen insanları görüyorum; adımları başkalığa yürüyüş… Ağaçlarsa mevsim yorgunu; bir çiçeklik canları var. Toprağa değil de kefene gömülmüş gibiler. Bu bahar değil olsa olsa öğütlenilmiş bir çürüyüş.
Bu gözlerin her biri yuvalarından sürülmüş. İtilmişler bir çukurdan öteye. Bense sırtladığım boşluğa yüklüyorum her birini. Bazen çığlık niyetine yaşlar dökülür. Tiz yaşlar işitilir yanağın sağında ve solundaki ceninlerde. Bazen görüşten de derin uçurumlar büyür. O anlarda –ne muazzam bir görüntüdür o- nesnelerin boşluğunda öznesiz düşüşler sayıklanır. Bazense beyazında kör çöller kaybolur…
Küfemi ilk görenler korkuyla bir yerlere kaçışırlar. Tepeleme yığılan her göz onlar için korkunun ta kendisidir. Gözlerden bir dağ taşıdığımı düşünenler de olur. Ki onlar ne de şanslıdırlar bence; çünkü görülenin ardına ufalanıp süpürülmüş yarını görürler. Diğerleriyse sadece gözlere bakarlar. Onlarsa gördükleri her gözle korkmak için bahaneler yaratırlar. Tanrısıdırlar kendi cehaletlerinin…
Bazen küfeden düşer gözler. O anlarda yolu ve amacımı unutup düşeni yakalamaya girişirim. Bedensiz olduklarından daha rahat kaçarlar. Bir beden kadar yorucu bir şey yoktur bir göz için. Aslında her göz diğerinin yalanını onaylar. Düşen gözlerin de zaafı budur. Hangisi ne yöne kaçarsa diğerleri de o yöne doğru sürüklenirler. Bekledikleri bir umuttur. Diledikleri ölümlü bir bedene sığınmaktır o anda. Bense buna gülerim sadece. Neden mi? Çünkü o gözlerin hepsi görülene kaçarlar. Bense görünmeyen bir amaçla kovalarım onları.
Küfeme alışanlar içinse bu durum son derece doğaldır. Çünkü taşıdığım onların gözleridir. Oyulmuş, boş deliklerle uzun uzun bakarlar bana. O an onların boşluğu olurum. Yadırgamam bu durumu. Bazen biri yanıma gelip birkaç dakikalığına gözüne dokunmak istediğini belirtir. Ellerine almak bile yeterlidir onun için. Bu isteği sırtımdakilerden de ağır olduğundan cevapsızca uzaklaşırım oradan. Çünkü bazı soruların ve isteklerin yolu cevabın yolundan daha karanlıktır.
Bunlar gözlerinden soyunmuş insanlardır. Görmeye ihtiyaçları yoktur. Çünkü bu dünya üzerinde görülecek bir şey kalmamıştır. Anlatılanlar, telkin edilenler yeterlidir onlar için. Bilirler ki kendi gözleriyle görecekleri anlatılarının zihinlerinde küfür olarak yer eder. Farklı bir şey görecek olsalar hemen dışlanacaklardır. Bu yüzden Anlatıcıları gözlerini oyup karanlık bir dünyada onları kendi istekleri doğrultusunda aydınlatırlar. Fazla ışık hiçbir zaman iyi değildir. Çünkü o ışık bir süre sonra kör edecektir onları. Anlatıcılar da bunu çok iyi bildiklerinden ışığı kendi istekleri ekseninde yönlendirirler.
Gözleri oyulmayanlarsa –yani kendi gözleriyle görenlerse- büyük bir suçun içindedirler. Onlar kendi cümlelerini kurarlar; umarım kimsenin başına böyle bir kötülük gelmez. Onlar, Anlatıcıların anlattıklarına şüpheyle bakarlar. Derler ki, taşıdığımız bu gözlerle görülen neden anlatılmasın? Ve yasada geçmeyen bir suçu daha işlerler. Yani yasaya girmeyecek bir cümleyi zikrederler. Bundan daha büyük bir suç hayal edemiyorum.
Gözleri oyulmayanlar ile oyulanlar arasında büyük bir fark vardır. Oyulanlar bir yalanın içinde icat edilirler ki bu doğru olandır. Çünkü Anlatıcıların onların yerine görüp söyledikleri her şey onlar içindir. Gözleri oyulmayanlarsa yeni gerçekler icat ederler. Bu da kendi yalanlarının ispatıdır aslında. Mesela, Anlatılar’dan birinin işlediği bir suç gözleri oyulanlara anlatılınca ne kadar da masum bir hal alır. Artık insan öldürmek, bir şey çalmak veya yasaklamak bir çocuk oyunudur. Oysa gözleri oyulmayanlar için bu durum korkunç haldir. Konuşup, dile getirmeye çalışmaları boşunadır. Çünkü gözleri oyulanların Anlatıcıları suçu işlemezden evvel kelimelerini hazırlamışlardır. Bir rivayet gibi ortada dolaşan ve masum olduklarını ispatlayan belgeler seslerinden uzun uzun dinlenilir. Gözleri oyulmayanlarsa artık masum bir insan olan Anlatıcıları suçladıkları için yeni bir suçun içinde bulurlar kendilerini.
Suçlamak için de çok uğraşmaz Anlatıcılar. Çünkü Anlatıcılara, Anlayanların dediklerini aynen uygularlar. Anlatıcılara anlatanlaraysa başkaları anlatır. Böylesine derin bir anlatışın neresi yalan olabilir ki?
Ve ben… Bin ölünün gözünü taşıyorum; sırtım etten küfe. Oyulmuş gözlerime doldurulan cümlelerden başka bir şey göremiyorum. Ve bu cümleler Anlatıcıların sesleriyle bezeli. O Anlatıcılar ki hepsi kutsal birer nesnedir. İnanıyorum ki artık Tanrı’ya ihtiyacımız yoktur. Tek dileğimiz Tanrı’nın sözlerini taşıyan bu Anlatıcıların Tanrı’yı anlatmak adına susturdukları Tanrı’yı bize bir daha anlatmamalarıdır. Bu Anlatıcılar sayesindedir ki artık Tanrı’nın bir ideoloji olduğunu da görebiliyoruz!
Kafkarengi
Erik Johansson