Baya bir olayı atlayıp geçiyorum. Ama okuyucu üzülmesin. Demişti Dostoyevski. Sonra kalemlerini kumarda kaybettiğini fark ederek evden çıktı tabi. Yazı masası boş kalınca ben oturdum. Hiç düşünmeden yazıyorum. Önce, sabun fabrikasının yanmasının ardından Yahudi tefeciden borç alan ve sırra kadem basan adamın kızından bahsediyorum. Kız altmışlarında bir bunakla evleniyor. Kötüsü adam frengili ve kıza da bulaştırıyor. Kız da başkalarına daha sonra. Kız kırkına bastığında adam sekseninde ve hala yaşıyor. İkisinin de burunları düşmüş. Paraları çok. Şehir dışında, ama alış verişe düşkün olduklarından, çokta uzak olmayan bir konakları var. Cüzzamlılar ve frengililer için ufak bir saraya dönüşüyor orası. İzlemeniz gerekirdi. Aynı şarap şişesinden içmeye çekinmeyen ayyaş bir sürü şair, yazar, heykeltraş, bestekar, müzisyen ağırlıyorlar. Hepsi hasta. Gulamperestlik yaygın. Kendi kiliseleri de var sırf bunun için. Fakat şehirde de frengi yayılmaya başladığında kızın kaderi babasının sabun fabrikasının kaderini paylaşıyor. Askerler içindekilerle beraber, kapıları kapıyorlar üstlerine; yakıyorlar konağı. Seksenlik adamın kurtulduğu söyleniyor. Bilemiyoruz. Mesele zaten konağın çevresinin sabun kokması. Bu da kızın yandığını doğruluyor.
Sonra, kalemi mürekkebe batırarak çölün dikenleri tarafından paramparça edilen gezginin komik macerasını yazıyorum. Adam Gazette Médicale d’Orient adına çalışan, Barrés’in arkadaşı olduğu bilinen otuzlarının ortalarında eşcinsel bir Fransız. Flaubert olabilir ismi. Emin değilim. Eczacı. Çirkin sayılır. Babası İngiltere’de diplomat, annesi çocukken ölmüş. Eklemlerinde kireçlenme olan Napoleon için ilaç hazırlamaya karar veriyor. İskender adındaki şair sevgilisini de alıp çöle gittiğinde umudu bu. İlaç işe yararsa imparatorun gözüne girebilir. Öte yandan şarkiyatçılık çalışmalarına da devam ediyor. Mısır’daki on senelik yaşantısının ardından nihayet Arapça okuyabiliyor ama hala konuşamıyor. Sorun değil. Sevgilisi İskender dört ayda Fransızcayı sökmüş. Hatta sevgilisi yorgunken mektupları bile İskender yazıyor. Flaubert’in son mektubunun imla hatalarıyla dolu olmasının nedeni bu. Yazı güzel ama. Beyaz insanın üstünlüğünden bahsediliyor mektupta. Bilimsel bir araştırma yapmak üzere yola çıktığını anlatıyor. Develer o dikenleri canları yanmadan yiyorlar. Diyor. Madem öyle bu dikenlerde bir vitamin olmalı. Çölün en dayanıklı hayvanlarından ilham aldığını, Clavos de Cristo dikeni hakkında detaylı araştırma yapmak için ödenek istediğini belirtiyor. Saygılar vs… Mektup bitiyor. Yaşamının son gününü sevgilisi İskender’in idam edilmeden önce Barrés anlattıklarından, Barrés’in çıkarımlarıyla güncesine döktüğü yazılardan öğreniyoruz. Flaubert bir ay boyunca topladığı dikenleri sınıflandırarak tenine batırıyor. Teninde hissettiği acıyı, kaşıntıyı, şişkinliği not ediyor. Ciddi bir çalışma. Bir süre sonra kendi tenine batırmaktan usanarak sevgilisini denek olarak kullanmaya başlıyor. Zavallı İskender’e batırdığı dikenler günde bine ulaşıyor. Baya ciddi bir sadizm. İskender bıkıyor. Sarhoş ettiği sevgilisini gece peşinde maymun ediyor ve Clavos de Cristo’ların öbek öbek çalılar oluşturduğu çukura çekerek oraya itiyor. Flaubert tam manasıyla paramparça olarak geberiyor. Ciddi bir maskaralık. Hemen ölmemesi ve oradan çıkmaya çalışırken kıçının ortada kalarak aç gözlü bir deve tarafından becerilmesi de ayrıca trajedi. Fransızlar’ın başına Mısır’da tuhaf hadiseler geldiğinden bu olay gazetelerde yeterince yankı bulmuyor. Sadece çok yetenekli, gelecek vaat eden alimin talihsiz ölümü diye iki üç satır geçiyor gazetelerde. Babasıysa eşcinsel oğlunun öldüğünü öğrendiğinde İrlandalı karısından yaptığı yeni oğlunu kucağında tutuyor. Ona Oscar adını vermeye karar verdiğinde, oğlunun de Profundis’i yazacağını hayal bile edemeyecek kadar erkek babasıydı.
Dostoyevski çakır keyif eve döndüğünde ben yatağın altına saklanıyorum. Kalem kutusunu masanın üstüne atıyor. Yazdıklarımı okuyor. Saçmalamışım. Diye bağırıp, yırtıyor. Önemli değil. Sonra tekrar yazıyorum. Çünkü ertesi gün kalemlerini yine kumarda kaybediyor. Sanırım babasının tecavüz ettiği kızın sevgilisi tarafından küvette baltayla öldürülmesinden beri içinde sivri şeylere karşı bir düşmanlık var. Oyunculardan da bu yüzden hoşlanmıyor. Aferdov adında yetenekli bir oyuncunun Hamlet’i oynarken kılıcını sağa sola savurması şahane bulunması üstüne övgüler almasını çekememiş, onu hırsızlık ve cinayetle suçlamış, çariçeye dilekçe yazarak cezalandırılmasını istemişti. Aynı hafta çariçe onun kalem tutmasını yasaklayarak bir sekreter yolladı. O günden beri daha iyi. Benim için pek hayırlı olmadı ama bu. Çalışma odasında sürekli yarı çıplak bir kadın daha önce hızlı hızlı yazdığı kargacık burgacık metinleri düzeltiyor. Dostoyevski eskiden sessizce yazarken şimdi bağırıyor çağırıyor. Kadın iyice duysun da yanlış yazmasın diye de değil. Kendi sesini işitmekten hoşlanıyor bu adam. Ben de bu evden çıkmak zorundayım artık. Sanırım Tolstoy’un çiftliğine gidebilirim. Bilmiyorum birkaç yıl var daha. Gerçi Goethe’nin yanına giderek ona Weltliteratur hakkında ipucu verebilirim. Bedeni olmayan bir el için hayat sonsuz.
Sonra, kalemi mürekkebe batırarak çölün dikenleri tarafından paramparça edilen gezginin komik macerasını yazıyorum. Adam Gazette Médicale d’Orient adına çalışan, Barrés’in arkadaşı olduğu bilinen otuzlarının ortalarında eşcinsel bir Fransız. Flaubert olabilir ismi. Emin değilim. Eczacı. Çirkin sayılır. Babası İngiltere’de diplomat, annesi çocukken ölmüş. Eklemlerinde kireçlenme olan Napoleon için ilaç hazırlamaya karar veriyor. İskender adındaki şair sevgilisini de alıp çöle gittiğinde umudu bu. İlaç işe yararsa imparatorun gözüne girebilir. Öte yandan şarkiyatçılık çalışmalarına da devam ediyor. Mısır’daki on senelik yaşantısının ardından nihayet Arapça okuyabiliyor ama hala konuşamıyor. Sorun değil. Sevgilisi İskender dört ayda Fransızcayı sökmüş. Hatta sevgilisi yorgunken mektupları bile İskender yazıyor. Flaubert’in son mektubunun imla hatalarıyla dolu olmasının nedeni bu. Yazı güzel ama. Beyaz insanın üstünlüğünden bahsediliyor mektupta. Bilimsel bir araştırma yapmak üzere yola çıktığını anlatıyor. Develer o dikenleri canları yanmadan yiyorlar. Diyor. Madem öyle bu dikenlerde bir vitamin olmalı. Çölün en dayanıklı hayvanlarından ilham aldığını, Clavos de Cristo dikeni hakkında detaylı araştırma yapmak için ödenek istediğini belirtiyor. Saygılar vs… Mektup bitiyor. Yaşamının son gününü sevgilisi İskender’in idam edilmeden önce Barrés anlattıklarından, Barrés’in çıkarımlarıyla güncesine döktüğü yazılardan öğreniyoruz. Flaubert bir ay boyunca topladığı dikenleri sınıflandırarak tenine batırıyor. Teninde hissettiği acıyı, kaşıntıyı, şişkinliği not ediyor. Ciddi bir çalışma. Bir süre sonra kendi tenine batırmaktan usanarak sevgilisini denek olarak kullanmaya başlıyor. Zavallı İskender’e batırdığı dikenler günde bine ulaşıyor. Baya ciddi bir sadizm. İskender bıkıyor. Sarhoş ettiği sevgilisini gece peşinde maymun ediyor ve Clavos de Cristo’ların öbek öbek çalılar oluşturduğu çukura çekerek oraya itiyor. Flaubert tam manasıyla paramparça olarak geberiyor. Ciddi bir maskaralık. Hemen ölmemesi ve oradan çıkmaya çalışırken kıçının ortada kalarak aç gözlü bir deve tarafından becerilmesi de ayrıca trajedi. Fransızlar’ın başına Mısır’da tuhaf hadiseler geldiğinden bu olay gazetelerde yeterince yankı bulmuyor. Sadece çok yetenekli, gelecek vaat eden alimin talihsiz ölümü diye iki üç satır geçiyor gazetelerde. Babasıysa eşcinsel oğlunun öldüğünü öğrendiğinde İrlandalı karısından yaptığı yeni oğlunu kucağında tutuyor. Ona Oscar adını vermeye karar verdiğinde, oğlunun de Profundis’i yazacağını hayal bile edemeyecek kadar erkek babasıydı.
Dostoyevski çakır keyif eve döndüğünde ben yatağın altına saklanıyorum. Kalem kutusunu masanın üstüne atıyor. Yazdıklarımı okuyor. Saçmalamışım. Diye bağırıp, yırtıyor. Önemli değil. Sonra tekrar yazıyorum. Çünkü ertesi gün kalemlerini yine kumarda kaybediyor. Sanırım babasının tecavüz ettiği kızın sevgilisi tarafından küvette baltayla öldürülmesinden beri içinde sivri şeylere karşı bir düşmanlık var. Oyunculardan da bu yüzden hoşlanmıyor. Aferdov adında yetenekli bir oyuncunun Hamlet’i oynarken kılıcını sağa sola savurması şahane bulunması üstüne övgüler almasını çekememiş, onu hırsızlık ve cinayetle suçlamış, çariçeye dilekçe yazarak cezalandırılmasını istemişti. Aynı hafta çariçe onun kalem tutmasını yasaklayarak bir sekreter yolladı. O günden beri daha iyi. Benim için pek hayırlı olmadı ama bu. Çalışma odasında sürekli yarı çıplak bir kadın daha önce hızlı hızlı yazdığı kargacık burgacık metinleri düzeltiyor. Dostoyevski eskiden sessizce yazarken şimdi bağırıyor çağırıyor. Kadın iyice duysun da yanlış yazmasın diye de değil. Kendi sesini işitmekten hoşlanıyor bu adam. Ben de bu evden çıkmak zorundayım artık. Sanırım Tolstoy’un çiftliğine gidebilirim. Bilmiyorum birkaç yıl var daha. Gerçi Goethe’nin yanına giderek ona Weltliteratur hakkında ipucu verebilirim. Bedeni olmayan bir el için hayat sonsuz.
Şarabi
Tuncay Takmaz