25 Nisan 2016 Pazartesi

Q bugün suç işlemek istiyor

                                                                                                                                 Ziya Alpay Anısına

Dil’im ele versin beni istiyorum bugün
Korkusuzca yazabilmeliyim evetti, hayır’ı
Bugün geçmişin ayıplarını yırtabilirim belki de
Yasaklı ıslığı kör zihinlerden çıkarabilirim
Ve sesimi bölebilirim her dil’e korkmadan, saklanmadan
Parmaklarımı boğazıma sokup o kahredici düğümü çözebilirim
Bugün.
Kapı eşiklerinden doğan çocukları hepimiz
Öyle uzun uzadıya düşünülmedi adımız
Çoğumuzunki baba yadigarı desek yalan olmaz
Yalan olmaz ıslığın sesi
Bir ses etse geçmişim adım değişir buralarda
Koşar giderim ıslığın peşinden
Eğer kendi dili mi konuşabilseydim yahut yazabilseydim,
Annemin adını
Toprağın rengini
Suyun sesini
Ağacın adını
Evimin adresini
Mektuplarımı
Sevinçlerimi, sızlarımı
Öfkemi, kavgamı
Küfürlerimi
 Masallarımı
Güneşimi
Denizimi
Bütün renklerimi
Ve kendi dilimde ‘’seni seviyorum’’u diyebilseydim eğer…
Diyemedim de yazamadım da
Ağzımızda parşömenden bir yama
Tam tekmil milli eğitimimiz
Ne milli olduk ne de mutlu
Resmi bayramlarda buz kesiği ayaklar
Avuçlarımızda buğulu nefesimizi saklarken
Kırk kesim tekmil birden
Tarih çizelgesi yazıyor
Gök yüzünde ne ay ne de güneş
Motorlar sahte renklerle gökkuşağı çiziyor
Yalan yok
 Tanrı o zamanlar henüz çocuktu
Kendi ellerimizle tutuk, kaldırdık kendimizi
Sek sek oyunlarından gizlice ceplerimize misket yerine taş koyarak
Oradan oraya koşarak bıraktık ağırlıklarımızı
cep deliklerimizden içeri sızan hava tüylerimizi diken diken etse de

Memeleri bıngıldak yumuşaklığındaki kızlar
Elinde kasnaklar sürü önlerinde
Bordo bereli vatanseverlerin iştahlarını okşarken
Sakalarını kendine batıran delikanlılar
Kan ter içinde
İskele üstünde güne başlarken
Bütün yalanlar önce çocuklara söylenir
Sonra çuvalla ata-sözleri. özdeyişler
Oysa onlara kalsa yalan fukarası olacaklardı belki de
Maalesef biz büyüdük hanımlar beyler
Ve gövdelerimizden daha ağır yalanlar var kucağımızda
Bana dair bildikleriniz ise
Tarih bilgisi dersinde fotoğraf altındaki parantez içi kadar
Ve
Ben
Ve 
Siz
Ve 
Onlar
? 


 Soluksuz Gri






22 Nisan 2016 Cuma

ZİHN'İ KALP 1



''Ben senin için bahaneler ararken öykülerimi yazdım''

Hızlı adımlarla yürüyor, kalbinin ritmini bastırmak ister gibi. Yağmur, kirpiklerine düşerken; eğilip yerden bir taş alıyor ve avucunda sıkıca kavrıyor.

O eskide kalmış İlk cümleyi yazmasa, ne yağmur olacak ne sıkıca kavradığı taş. Hiçlik içinde adımları devam edip, yağmura bir şemsiye açacak. İflah olmaz bu diye hayıflanıyor. Onu dürtmelerimden hoşlanmıyor.Tahmin ettiğim gibi birinci tekil şahısdan devam edecek.


Düş bedenimi teslim alıyor: Bulanık, sisli, hüzünlü.

Sıradan bir gündü, anlam yüklemediğiniz günlerden biri. Ta ki açılan o kapıya kadar.Bazı kokuların bellekten hiç silinmediğini düşünüyorum, yıllar geçtiğinde o kokuyu tekrar aldınız mı hafıza o güne götürüp size bir sürü ışık yakıveriyor. Açılan o kapının ardındaki koku, o varoluşun kokusu sanırım. Sonra bir resim, üstüne çok yazıldı tekrar bahsetmeyeceğim, sonra bir sürü cevapsız sorular. Sorunun soru olarak kalması gereken durumlar belki de (buna şimdi karar veriyorum). Sadece bir harf, bir sözcük, küçük bir cümle duyabilmek için yazılmış notlar, hikayeler, bahaneler, bahaneler...

Düşten uyandırmak istiyorum onu belli ki bir kurgu yapacak. Kurgu da denmez buna, yaşadıklarını yazıya dökerek hiçleştirmek amacı. Ya da yeni bir bahane arıyor. 


O gün başlıyor uzun yolculuğum, şimdi bilebiliyorum bunu. İnsan uzun süre duygularını kendine bile itiraf edemez. O yolculuğa başladığınızda da tesadüfler peşinizi bırakmaz. Sizi dener durur hayat. Duygunuzu besler; bir yandan hayat, bir yandan kendiniz. Ya da siz bu duyguyla beslenirsiniz. Ve kendinizden bile beklemediğiniz bir anda, karşı tarafa itiraf ediverirsiniz. Ben de öyle yaptım.. Ardından bekleyişler- ah insanı en fazla boğan- hüzünler, sevinçler.. Sonradan baktığınızda bir sürü haller. E hali, de hali,mış miş hali. İşte o mışlar mişler, kendi kendinize oluşturduğunuz varsayımlar. Hem de bunu tamamen içinizde yaşatarak, karşı tarafın haberi bile olmadan kendini yemeler. Sanırım hepsi kokudan!

Biraz sessiz kalayım, kendini sorguluyor anlaşılan. 


Aramızda hiç bir şey başlamadı garip olan hiç de bitmedi. Duygular hiç konuşulmadı. Ben kaçak dövüşmeye devam ettim! Uzağımdayken yazdım, yanımdayken sustum.. Sadece bir keresinde ikimizin de düş mü gerçek mi olduğunu bilemediğimiz; yüksek çok yüksek bir tepede, karanlık bir yolda durduk. Avuçlarımız gökyüzüne açılmıştı, sessizdi çok sessiz. Başımı yerden kaldırdım. gözleri, gözlerim.. Avuçlarımızı tekrar açtığımızda kuşlar uçtu. Tüm sessizliğin ortasında öylece uçtular.

Bu hikayeden kaçmak istedim, baş kahramanı olmak istemediğim, gidişatından hoşlanmadığım bu kurgudan. Benimle başlamıştı hikayeye. Tekrar söylüyorum kirpiklerime yağmur falan düşmedi. Hem hiç ağlamam ben. Zihinim ben, senin savunma mekanizmalarını, susmayan iç dünyanı gayet iyi bilirim.Peki madem hatırlıyoruz, hatırlasana sana yazdıklarını:


''yazar kendi yazma edimine aşıktır sadece diyebilir miyim ki. Bu da bir zorunluluktur belki. Bundandır herhalde şarkı sözü, şiir roman yazanların birinde çok kalamamaları, hep gitmeleri...''


Kuşları bir daha hiç konuşmadık. Ama ben hiç vazgeçmedim, hep bir cevap bekledim. Tanımlar koymak istedim. Şimdi düşünüyorum da ne çok yormuşum onu. Ne kadar kalabalık olmuşum. Aşk biraz da şuurun bulanıklaşması değil mi.

Bu hikayeye başlarken zihnimi kullanmak istemiştim, korktuğunu hissettim: beklemenin dehlizlerine gireceğimden, yine varsayımlar yapacağımdan, iniş çıkışlarımdan. Oysa ben duygularımdan korkmadım. Yağmurdan kaçmadım, sessizliğimizin boşluklarını sevdim, etrafında dolaştığımız cümleleri sevdim. Korkma! senin farkındayım. Farkında olacak kadar büyüdüm…


Yıllar sonra onunla tekrar karşılaşınca korktum, beni yani şuurunu bulanıklaştırmasından korktum. Sadece yüreğinin sesini dinlemesinden yorulmuştum. 


Ne yalan söyleyeyim kuşları ben de hiç unutmadım..

ÜçRenk Mavi




7 Nisan 2016 Perşembe

Dûv re... (Sonrası)


Dün yaşlı bir amcanın Karıncaları sevdiği için toplaşsınlar diye helva pişirdiği hikayesini duydum.

Bilir misin karıncalar helvaya bayılır.! Nerden bileceksin be canım. Bende yeni öğrendim bunu...

Hikayeyi dinlerken ki sevincim bi an seni hatırlattı bana...  Böyle hikayeleri duyduğunda dönüp bana bakardın. Gözlerimin taa içine! Gözce anlatırdık birbirimize insanları sevmeyi, dayanışmayı, bir lokmayı paylaşmayı ve sonra önümdeki lokmayı sırf doymadığın için muzipçe çalmayı.

Bu hikayeyi sana anlatamayacak olmanın ezikliğini hissettim.

Ah, küçücüksün sen daha, titreyen sesin değiyor her gün kulaklarıma. “Abla orada insanlar ölüyor, nasıl bu kadar duyarsız kalınıyor?” derken yine gözümün içine baktın yaşlı gözlerinle. “Bana sarılır mısın?”  dediğinde minnacıktı  canın. O an içimden bir şeyler koptu fakat kopup gidenin sen olduğunu anlayamadım. Oysa bu duyguyu çok kez yaşadım. Hala anlayamayacak kadar seviyordum inanmayı, umut etmeyi. Hala üstü kapalı vedaları hissedecek kadar içli ama durumu o dakika çözemeyecek kadar matematikten yoksunum. Toplama’dan Çıkarma’yı  sonra Eşittir ölümü kavrayamıyorum.

Senden sonra bir kez daha anladım aslında Çarpım tablosunu ezber etmenin zamanı geldiğini.

Sosin! Sana söz veriyorum, geri geldiğinde sevginden bunalmayacağım.... 


Emayeden Mavi